İçinde bulunduğu ve 10. yılını kutlayan Marvel Sinematik Evreni’nin 20. filmi olan Ant-Man & The Wasp, Edgar Wright’ın ellerinde doğan, kendisinin stüdyo ile yaşadığı anlaşmazlıklar sonucu Peyton Reed‘in yönetmen koltuğuna oturduğu çok sevdiğimiz Ant-Man filminin devam filmi olarak karşımızda!
İlk Ant-Man Filmini Neden Sevdik?
İlk Ant-Man filmi, Marvel Sinematik Evreni yapımları içerisinde farklı bir yere sahip. Anlatımı diğer filmlerin aksine sade fakat başarılıydı. Espriler diğer filmlerde gördüğümüz gibi zorlama değil ve senaryo basit esprilerden oluşmuyordu. Çok sağlam bir yan hikayesi vardı. İki baba ve kızları arasındaki ilişkiyi çok etkileyici veriyordu. Sıradan CGI savaşlarının aksine yaratıcı aksiyon sekansları barındırıyordu. Ağırlık ve karizma yönünden genele göre zayıf olarak görülen bu film, sizi diğer tüm kudretli süper kahramanların arasında belki de en etkileyici anlardan birine ev sahipliği yapıyordu. Evet, bir karıncanın ölümü Odin’in veya Superman’in ölümünden çok daha etkileyiciydi.
Hatırlarsanız, ilk Ant-Man filminin film sonrası sahnesinde Hank Pym kızı Hope Van Dyne’a kendi Wasp kostümünü takdim etmişti.
Sahiden Avengers’ın kurucu üyesi değil miydi Wasp? (Janet Van Dyne) Ancak evrenin 20. filminde The Wasp’ı izleyebildik. Bu duruma gerçekten üzülmemek elde değil.
Ant-Man filmini gerçekten seven biri olarak söylemek zorundayım ki Hank Pym ve Janet Van Dyne’ın çizgi romanlardan bildiğimiz karmaşık ilişkisi çok daha potansiyelli bir film malzemesiydi. Hank’in Janet’a attığı tokat gibi. Zamanına bakarsak Marvel Comics’in en cesur hamlelerinden biriydi. Fakat izleyici kitlesi ve kurulan evren neticesinde bu konudan uzak durma tercihinde bulunulmuştu.
Captain America: Civil War’da hatırlayacağınız üzere Scott Lang filmin sonunda Steve Rogers tarafından kurtarılmıştı. ‘Prelude to Infinity War’ serisinde ise şartlı tahliye ile evine döndüğünü öğrenmiştik. Filmin başında Scott’ın ev hapsine mahkum edildiğini ve uzun zamandır mahkum olduğunu öğreniyoruz. Hank ve Hope ise tüm varlıklarını kaybetmiş ve bunca zamandır FBI tarafından aranıyormuş. Scott ile ise hiç görüşmemişler.
Filme kısa ama öz bir giriş yapıyoruz. Filmin evrene bu kadar sıkıca bağlı olmuş olması filmin yapısına zarar vermiş. Filmi 19 bölümlük bir dizinin son bölümü haline bile getirdiği söylenebilir. Doğrusu, ilk filmin izlediği yol çok daha başarılıydı bu konuda. Filmin devamında yönetmen Peyton Reed’in belirttiği gibi tam bir MacGuffin şölenine dönüşüyor. Bu sayede film kendini ciddiye almama yolunu tercih ediyor.
Film boyunca bolca ilk Ant-Man sahnelerine gönderme ile karşılaşıyoruz, esprilere de yansıyor bu durum. Luis (Michael Pena) bu konuda rol çalıyor. İlk filmin yan hikayeleri daha da genişleyerek zaman zaman bunaltıcı hale gelse de başarılı bir şekilde işleniyor. Karakterler arası ilişkiler o kadar derin kuruluyor ki MCU filmleri arasında adeta bu özelliğiyle parıldıyor.
İlk filmde ana temayı soygun olarak tercih eden Reed, bu filmde ise temayı genişleterek riskli ancak yerinde bir tercih yapmış. Yan karakterler tempoyu zaman zaman gereksiz espriler ile bozsa bile film ilk Ant-Man filmi gibi oldukça başarılı bir komedi aksiyon filmi.
Filmin ana kötüsü Ghost, motivasyon olarak oldukça zayıf kalmış. Orijin hikayesi yine Darren Cross gibi Hank Pym’e bağlanmak istenmiş fakat bu konuda film başarılı olmaktan çok uzak. Üstünkörü geçilmiş. Ailesinin ölümüne üzülemiyor, Hank’e kızamıyoruz çünkü Hank’in doğrudan bir suçu bile yok.
The Wasp, Marvel Sinematik Evreni’nin En Etkileyici Kadın Kahramanı
Filmi bir The Wasp filmi olarak nitelendirmememiz için bir sebep yok. Evangeline Lilly role adını verdiği #WaspWorkout geniş çaplı diyet ve spor programınu bir yıl boyunca tüm aşamaları ile instagram hesabından hayranlarıyla paylaştı. Kendisinin özellikle aksiyon sekanslarında koreografinin güzelliğine olan katkısı büyük. Ekranda parladığını söylemek mümkün. Bu, onu Scarlett Johansson ve Elizabeth Olsen gibi isimlerin önüne geçmesinin nedenlerinden yalnızca bir tanesi. The Wasp ilk filmden beri yaşadığı karakter gelişimini takip ettiğimiz bir karakter oldu. Motivasyonun temelleri oldukça sağlam ve enerjisini izleyiciye kusursuz bir şekilde sunuyor. Aktris kendisine düşen görevi sonuna kadar yerine getiriyor.
Abby Ryder Fortson Filmin Gizli Yıldızı
Evangeline Lilly filmin spot ışıklarını kendi üzerinde topluyor ancak Cassie’yi canlandıran Abby Ryder Fortson çok tatlı bir oyunculuk sergiliyor. Kendisinin Avengers 4’te yer edineceğini biliyoruz ve izlemek için can atıyoruz.
Paul Rudd. Evet, biraz geç bahsettim ancak kendisi bize tekrar ne kadar kaliteli bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Özellikle Janet olduğu dakikalar salonda bulunan herkesi kırdı geçirdi. Michael Douglas ve Michelle Pfeiffer’in uyumu harika ve filmin duygusal anlarında Marvel’in ikonik karakterlerine yaraşacak performanslar sergilemişler. Hank ve Janet çizgi romanlardan farklı. Özellikle Janet’in de bilim insanı olması tercihi benim pek hoşuma gitmedi.
Filmin giriş sekansı kesinlikle en iyi MCU giriş sahnelerinden biri olsa da filmin yapısını MCU’ya bağımlı hale getiriyor. Filmin karmaşık yapısı tempo sorunu yaratmasa bile izleyiciyi yoruyor. Filmi tek başına ele almamızı engelliyor bu durum. Filmin CGI efektleri ise özel olarak övülmeyi hak ediyor. Ghost ve bilim adamı Bill Foster’ın motivasyonları ise yetersiz. Yan karakterler yer yer başarılı olsalar da yaptıkları zorlama espriler filmin başarılı mizahını çok zedeliyor.
Film, iki after-credits barındırıyor. Bildiğiniz gibi ilk sahne Avengers: Infinity War esnasında geçiyor. Scott kuantum aleminde sıkışıyor, Hank, Janet ve Hope ise Thanos’un ‘The Snap’inin kurbanı oluyor. The Wasp bu kadar başarılı bir karakter olmuşken Avengers 4′te kendisini aktif olarak göremeyecek olmamız hayal kırıklığı. İkinci sahne ise fragmanlarda gördüğümüz bir sahneden ibaret ancak oldukça güzel düşünülmüş bir ayrıntıya sahip. Biraz bekletmesi dışında.
Karşımızda, ilk filmin büyüsünü büyük ölçüde koruyan ve etkileyici karakterler barındıran fakat kendini ciddiye almayı reddeden MacGuffin’i bol aksiyonlu bir film var.
Comments