Doomsday Clock bir çizgi roman okuru için önemli bir deneyim. Bu yüzden tamamı spoiler içeren bu yazıyı okumadan önce Watchmen, DC Rebirth sayısı ve Doomsday Clock serisini okumanızı tavsiye ediyoruz.
Büyük bir kesim için kutsal bir kitap değeri gören Alan Moore & Dave Gibbons’ın ‘Watchmen’ adlı eserini Moore’un bundan 10 yıl önce neredeyse hırsızlıkla suçladığı Geoff Johns, her bir köşesini ince ince işlediği DC Comics’in ana evreniyle birleştiriyor. 2016’nın en büyük olayı olan DC Rebirth’ün tek atışlık sayısıyla bu birlikteliğin ayak seslerini duymuştuk. 2018’in son aylarına geldiğimiz şu günlerde Doomsday Clock’un 7. sayısı gözlerimizin önündeyken her zamankinden daha heyecanlıyız.
DC ile Watchmen Evrenlerinin Birleşimi Düşünebileceğimizden Çok Daha Derin
Geoff Johns’un ilk 6 sayı boyunca giderek derinleştirdiği bazı anlatımlar vardı. Nükleer savaş ve bunun süper kahramanlara olan etkisi, Mime & Marionette, Superman Teorisi, Johnny Quick, Legion of the Superheroes ve daha fazlası.
Çizgi roman tarihinin en komplike hikayelerinden bir tanesini anlatan Geoff Johns, böyle bir serinin içine büyük bir risk alarak yeni karakterleri ekliyor ve evrenin her bir öğesini dolduruyor. Ancak Batman, Superman ve Wonder Woman’ı ısrarla hikayenin içine tam olarak yerleştirmiyor. Sizce bu yanlış mı, Geoff Johns her şeyi eline yüzüne mi bulaştırıyor? Cevap çok basit. Hayır. Geoff Johns, tüm bu sorulardan daha büyük şeyler yapıyor. Usta yazarın derdi hikaye anlatımına katkısı olacak karakterleri seçmek. Johns, Alan Moore’un Watchmen’i nasıl ince ince işlendiğinin farkında ve kendi hikayesinde bunu yapmaya çalışıyor.
Hiçbir Panel, Arkasında Bir Hikaye Barındırmadan Değerli Değildir
Doomsday Clock, sıradan bir çizgi roman değil. DC evreninin bambaşka diyarlarına dokunan ve bunu en edebi yol ile yapan bir hikaye. Bu yüzden de sizden derin bilgi birikim bekliyor. Bu sayı ise önceki 6 sayıda kurduğu ağır anlatımın karşılığını tadında verirken, gelecek sayılar için de temeller atıyor.
Sayı, Green Lantern fenerinin gizemi ile açılırken, Alan Scott hikayenin geniş bir parçası olarak görev yapıyor. Scott’ın Green Lantern oluşunun 1940 olarak belirtilmesi tuhaf bir detay çünkü bu tarih aynı zamanda All-American Comics #16’nın yayın tarihi. Yani Alan Scott’ın çizgi romanlara giriş yaptığı sayı. Zaman akışına Watchmen üzerinden baktığımızda herhangi bir sorun olmasa da Rebirth’ün zaman çizelgesinde durum daha farklı. Diğer taraftan ise Pre-52 döneminin JSA ve Green Lantern serilerini okuyanlar için de 1940 seçilmesi ilginç ve zamanlamaya oturtmakta zorlandığımız bir ayrıntı.
Watchmen denilince aklımıza gelen ilk şey, hikayenin oldukça sağlam bir politik taban üzerine kurulmuş olduğu. Başta Nixon gibi pek çok isim olmak üzere dünya siyaseti üzerindeki ayrıntıların çizgi romanda geniş bir yer kaplaması hikayeyi başka bir yöne çekiyor. Sayı ilerlediğinde Rorschach, Saturn Girl ve Johnny Thunder’ın hikayesine konuk olurken Watchmen’in bu bahsettiğim siyasi tabanının DC evreni ile birlikte karşımıza çıkması eminim her okuyucu için farklı bir tad olmuştur.
Bubasdis
Bubastis, Doomsday Clock’un farklı sayılarında karşımıza çıkan Ozymandias’ın mutasyona uğramış kedisi. Devamında yeşil fener ile Bubastis, Dr. Manhattan’ın uzun zaman sonra çizgi roman panellerine geri dönüş yapmasını sağlıyor. Jon’un konuşması sırasında bazı yan hikayelerin yolu yapılırken, Ozymandias’ın amacına ulaşmak için yapabileceklerinin boyutlarını Reggie’ye söylediği yalan üzerinden görüyoruz. Johns ve Frank ikilisi Bubastis’in kökenini sayının sonunda yer alan notlar ile detaylandırıyor.
Batman’in Manhattan’ın kim olduğunu biliyor oluşu ileride güzel anları doğurabilir. Manhattan’ın tarihi geri dönüş panelinin alt kısmında yer alan yüzler içerisinde Batman’i de görmek isterdim.
Batman’in seri boyunca Justice League üyeleri arasından karşımıza en sık çıkan karakter olmasına rağmen olayların bu kadar dışında kalışı serinin DC evreni ile Watchmen arasındaki bağlara dair işlenebilecek ne kadar fazla konuya sahip olabileceğini görüyoruz.
Adrian Veidt tüm karizmasıyla yüzündeki morluklarla gülümsüyor. Tahmin edebileceğiniz gibi yine çok iyi bir planı var. Dünyanın bir diğer en zeki adamı Lex Luthor bu planın neresinde yer alacak, merak içerisindeyim. Rorschach’ın ise Lois Lane’e yazdığı mektubu görüyoruz. Herhangi bir detay verilmeyen bu mektubun Superman’in hikayeye dahil oluş şeklinde rol oynayacağını düşünüyorum.
Tıpkı her Watchmen sayısının finali gibi Doomsday Clock’un her sayısı da gözlerimizi panele kitleyeceğimiz ve üzerinde düşündürecek finallere sahip. Bu finalin ana kahramanı ise Dr. Manhattan. Panelin üzerine konuşulacak hem çok şey var hem de hiçbir şey yok. Çünkü bir panel ancak bu kadar derin olabilir.
Geoff Johns ile Gary Frank yıllar sonra bile başyapıt olarak anılacak türden bir sayıyla karşımıza çıktılar ve çizgi roman tarihinin en deli saçması fikrini olabilecek belki de en iyi şekilde biz okuyuculara sunmaya devam ediyorlar. Önümüzdeki yaklaşık bir yıllık süreç için yine heyecanlıyız ve serinin finaline tanıklık etmek için can atıyoruz. Çünkü bu deli saçması fikrin finalini görmeyi kim istemez ki?
Commentaires