Finale adım adım yaklaştığımız ve DC Comics evreninin yeniden şekilleneceği seride, irili ufaklı onlarca karakter hikayeye dahil oluyor. Geoff Johns’un politik çerçeve içerisinde uzun ve sabırlı bir şekilde işlediği Firestorm, Superman ve Dr. Manhattan üçgeni çözülüyor.
Geçmiş, Dr. Manhattan & Gelecek
Her sayıda haklarında çeşitli ipucular gördüğümüz Alan Scott ile Legion of Superheroes, Dr. Manhattan’ın çözümlemeleri eşliğinde ana hikayenin güçlü bir parçası haline geliyor. Johns, evreni bir bütün olarak ele alıp, açıklama konusunda kararlı.
Manhattan çok sağdan sola uçurabileceğiniz bir karakter değil. Johns da bunun farkında olarak, karakterin cevap arayışını artık kaçınılmaz olan ‘kriz’ anlarında yaratıcı bir şekilde kullanıyor. Manhattan, evrenin en güçlü kahramanlarının güçlerini kendilerine yönelterek onları alt ediyor. Bir bilim adamı olarak da sihire dokundurmayı ihmal etmiyor. Bu anlar Guy Gardner’ın gevezeliğinden tutun, Martian Manhunter’ın Manhattan ile girdiği zihin oyunlarına kadar okuyucuya istediğini fazlasıyla veriyor ve iki taraf arasındaki farkı çok doğru özetliyor.
Politika ve Superman
Doomsday Clock’un Watchmen olma çabası yok. Dave Gibbons’ın panel kullanımı, kapak tasarımı ve son söz gibi konseptleri, bunları birlikte görmeye alışık olduğumuz ikonik karakterlerin eşliğinde okuyucuyu yakalamak amacıyla tercih ediliyor. Usta sanatçı Gary Frank’in tok ve canlı tarzı da buna özgün bir bakış açısı katıyor. Hikayenin politik tarafı ise kesinlikle Watchmen’in ayak izlerini takip ediyor; tıpkı soğuk savaş ortamının siyasi çekişmelerinden beslenen Watchmen gibi Doomsday Clock da karakterlerini, Amerika ve Rusya geriliminin önemli bir parçası haline getirerek kararlı bir şekilde eleştirilerini yöneltmeye devam ediyor.
Ronnie Raymond ile Martin Stein arasındaki ilişki, Manhattan’ın cevap arayışları sonucunda yeni bir boyut kazanıyor. Rusya’nın güç yarışında geride kalmama çabasının bireylerin hayatına olan negatif etkisi, Manhattan’ın rehberliğinde anlatımın merkezindeki ‘kriz’ durumuna ve ikilinin iç çatışmasına hizmet ediyor. Johns, Manhattan’ı sadece karakterlerin değil, okuyucunun da iki adım önüne konumlandırıyor.
Superman, siyasi kavgaların ve egoların üzerinde bir simge. Canlı hayatını ideali haline getiren bir karakter olarak böyle bir ortam içerisinde en fazla dayak yiyen kişi olması da normal. Politika ile kahramanlık temasının çok farklı anlayışlar olduğu gerçeğine çizgi roman sayfalarının en büyük kahramanı Superman ile tanık oluyoruz. Ek olarak, hikayenin her noktasına olduğu gibi, dünyanın ve onu yöneten yozlaşmış azınlığın başta Superman olmak üzere bütün ‘maskeli’ kahramanlara sırtını dönmesinde Manhattan’ın manipülasyonlarının da payı var.
Johns’un Comedian ile birlikte hikayenin neresine oturtacağını bilmediği bir Lex Luthor sorunu var. İlk sayılardan itibaren, karakter sürekli gölgelerden çıkarak kilit kelimeler söyleyen yüzeysel bir figürden öteye geçemiyor. Kaotik bir kötünün reflekslerini yansıtan Luthor’un bu tarz çıkışları, okuyucu tarafından çok yadırganmasa da el attığı her konuyu geniş ölçekli işleyen hikayenin içerisinde karakter yapay kalıyor. Yine de ortaya atılan Wally West ipucusu, uzun zamandır sorulan soruların cevaplanması açısından değerli.
Wonder Woman ve Orta Doğu
Hikayenin dallanıp budaklandığı bir diğer kısım ise Black Adam ile açılan Orta Doğu kapıları. Geoff Johns günümüzün gerçeklerini de anlatımın içerisine çok doğal bir şekilde entegre etmeyi ve taze anlatımlar sunmayı başarıyor.
Justice League’in meşruiyetini kaybettiği bir durumda Wonder Woman’ın bir barış elçisi, sözcü olarak öne çıkıp diplomasi yoluyla iletişim kurmaya çalışması, yozlaşmış siyaseti eleştiren eserin karşılıklı iletişim kurmanın sağlıklı yönlerini de belirtmeyi ihmal etmediğini gösteriyor.
”Her nerede bir insan evladı varsa, orada kriz için bir fırsat vardır.” – Seneca
CADDE NOTU: 8.0 / 10
Comments