Amazon tarafından Garth Ennis‘in aynı isimli çizgi roman serisinden uyarlanan The Boys, ‘escapist’ edebiyatı ve mevcut dünya düzenini çizgi romanların yüzü olan süper kahramanlar üzerinden sert, politik ve yaratıcı bir şekilde eleştiriyor. Dizinin başrollerini Karl Urban, Jack Quaid ve Antony Starr paylaşıyor.
Zeki Bir Uyarlama
Gart Ennis, aklına parlak fikirler geldiği zaman kalemini kolay kolay durduramayan bir yazar. Bu kimi zaman yazarın The Punisher yazdığı dönemlerde olduğu gibi avantajına oluyor, kimi zaman ise The Boys çizgi romanının bir noktadan sonra irite etmeye başlan vahşi kısımlarını oluşturarak hikayenin bütününe zarar veriyor. Çizgi romanı eline alan yazar ekibi ise, eserin uç noktalarını törpüleyerek ortaya daha ayakları yere basan ve aynı zamanda eserin derdini doğru anlayan bir dizi koymayı başarıyor.
Hughie’nin kız arkadaşının bir süper kahraman tarafından öldürülüşü ile açılan dizi, vurgulamak istediği noktaları ana karakterlerin hikayesine ve oluşturduğu kapitalist ütopyanın içerisine organik bir şekilde yediriyor. Hughie, naif ve öfke dolu başladığı yolculuğunu kendisine bütün süper kahramanların sorumsuz ve kötü olmadığını gösteren Annie (Starlight) sayesinde güçlü bir şekilde tamamlıyor. Çizginin öteki tarafında bulunan bu iki isim, sezon boyunca birbirlerini besleyerek ana hikayenin gidişatına yön veriyor ve gelişim kat ediyor.
Asla Kahramanın ile Tanışma
Starlight, bu yozlaşmış yapının en korkunç yüzüyle karşılaşan idealist bir genç. Bu çarpık yapıdan sıyrılarak insanlara yardım etmeyi ve bencil annesinin beklentilerini karşılamayı amaçlayan Annie, Butcher’ın değimiyle ‘aziz’ haline getirilerek toplumun gözünde dokunulmaz bir yer elde eden figürleri sorguluyor. Bu sorgulamanın merkezinde din endüstrisi ve kendisinin de dahil olduğu birçok insanı manipüle eden düzen yer alıyor. Dizinin Annie üzerinden verdiği güçlü mesajlar medyanın da etkisiyle -dizinin genelinde olduğu gibi- hikayenin bütününe ve karaktere çok şey katıyor. Şirket yapısının acımasızlığı ve soğukluğuna Annie’nin gözünden çarpıcı bir şekilde tanık oluyoruz.
The Boys’un en net karakteri Butcher’ın intikam arayışı Karl Urban’ın kuvvetli performansıyla etkili bir dramaya dönüşüyor. Karakterin kısa ve öz sahneler ile üstü kapalı anlatılan ağır geçmişi, izleyiciyi finale kadar taze tutuyor. Ne olursa olsun amacıyla tutarlı, net ve hızlı hareket edişi de bu anlatımı güçlendiriyor.
Seven ekibinin en arada kalan ismi Queen Maeve, pişmanlıklarının getirdiği yükün altında ezilirken Starlight’ın mentörü haline gelerek hikaye anlatımına katkı sağlıyor. Sezon boyunca içine sürüklendiği ikilemlerden kurtulmaya çalışan Maeve, yıpranan ve arınmak isteyen bir insanın reflekslerini yansıtıyor. Dizinin koyu yeşil, yoğun görsel teması ise Maeve’in de parçası olduğu dünyanın bunalımını iyi yansıtıyor.
Dominique McElligott – Queen Maeve
Dizi başta A-Train olmak üzere birçok karakteri ve kilit noktayı Homelander üzerinden işliyor. Sezon başında ortaya atılan bir tedavi türü, sezon sonunda Homelander’ın cevap arayışıyla genişleyerek Butcher’ın eşinden tutun, güçlerini kötüye kullanan sözde kahramanların güçlerinin köklerine kadar birçok sorunun cevabını veriyor. Uçak sahnesi gibi sert anlar ile psikolojisine yakından tanık olduğumuz karakter, Antony Starr’ın usta işi performansıyla politik anlatımların ağırlığını sırtlıyor ve çarpıcı bir portre çiziyor.
Dizinin çok doğru işlediği temalar kadar, vaad ettiğini veremediği noktalar da mevcut. Örneğin sezon başında önemli yer kaplayan Deep, hikayenin bir noktasından itibaren anlatımın devamlılığını sağlamak için ekran önünde duran bir mizah figüründen pek öteye geçemiyor. Keza anlatımın yükselişe geçmesi gerektiği noktalarda Frenchie ile Kimiko’ya ayrılan gereksiz uzun ekran süresi, dizinin temposunu biraz bozuyor. Sezon finalinde bütün motivasyonu elinden alınan Butcher’ın durumu ise ikinci sezona karşı endişeleri doğuruyor.
CADDE NOTU: 7.5 / 10
Comments