Çizgi romanlar bizi okurken farklı dünyalara götüren, düşündüren, eğlendiren ve daima peşinden sürükleyen önemli bir alt-kültür öğesi. 1900’lü yıllardan beri pek çok kez çıkışlar ve düşüşler gören bu önemli sektörün, en parlak dönemlerinden birini son 20 yıldır yaşadığını söylesek pek de abartmış olmayız. Sinemada hızla popülerleşen çizgi roman filmi uyarlamalarının sektöre genel anlamda olumlu etkisinin olduğu çok açık. Peki, son yıllarda birbirlerini bu denli beslemeye başlayan bu iki sektörün izlediği yollar, gelecekleri ve mevcut durumları hakkında bize neler anlatıyor?
Sinema ve Çizgi Roman İlişkisi
Öncelikle sinemadaki çizgi roman uyarlamalarının çizgi roman satışlarına olumlu yansıdığını belirtmek gerek. Bu sebeple, bu tablo tersine dönene kadar çizgi roman şirketleri bizi kendi hikayelerinin sinema uyarlamalarıyla buluşturmaya hız kesmeden devam edecek. Bu olumlu etkiye kanıt olarak; 2012’de 805 milyon dolar hacminde olan çizgi roman sektörünün 2018 yılı itibarıyla 1 milyar doları aşkın bir değere ulaşarak izlediği yüksek trendi gösterebiliriz.
Herkesin incinmeden, yadırgamadan okuyabileceği bir yapı haline gelmesi gereken (!) çizgi roman, ana akımda bu ‘sadelik’ içerisinde sunuldu. Yüzyıllar öncesine dayanan, 1920’li yılların başında ise kendi tarzını oluşturan ve bu sayede popülerliğini artırmaya başlayan karikatür/çizgi roman medyumu, yeni bir sanat dalı olarak karşımıza çıktı. Süper kahramanlar savaştan çıkmış Amerikan toplumunun yeni moral kaynağı olurken, yeni nesil bu süper güçlü figürlerin etkileyici hikayelerinden ilham aldı ve çizgi roman kültürü ‘süper kahraman’ temasıyla bir arada anılmaya başlandı. Bu birliktelik, ana akım sektörün yaşadığı kriz dönemleri haricinde oldukça işine geldi ve çizgi roman dünyaya yayılan bir kültür oldu.
Çizgi romanın bu yükselişiyle, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında popülerleşen sinema ile yolunun kesişmeme ihtimali yoktu. Prodüksiyon kalitesini artıran ve bu sayede bir kültür malzemesi olarak gittikçe önem kazanmaya başlayan sinema, çizgi romanda okuduğumuz o güçlü karakterlerin kanlı canlı karşımıza çıkması açısından oldukça uygun bir alan haline geldi. Özellikle DC Comics uyarlamalarıyla başlayan çizgi roman-sinema ilişkisi gittikçe değer kazanmaya başladı ve 2000’li yıllarla birlikte altın çağına girdi. Blade, X-Men üçlemesi, Sam Raimi’nin Spider-Man’lerinin üstüne Christopher Nolan’ın Batman Begins ile başlayan, The Dark Knight ile devam eden hem incelemelerde, hem de gişede 1 milyar dolar barajını geçerek elde ettiği çizgi roman filmleri özelindeki büyük başarısı, yapımcıların burada yatan değerin farkına varmalarını sağladı.
Nispeten daha kolay ulaşılırlığa sahip olduğundan en az sinema kadar hızlı bir gelişim gösteren sektör, para kazandırma potansiyelini kanıtlayınca, kaçınılmaz olan kapitalizmin gelir kapısına dönüştü. Zamanla devasa bir hale gelen sinema sektöründe, hatta popüler kültürün her öğesinde gördüğümüze benzer bir biçimde, bu denli kitlelere ulaşma potansiyeli taşıyan bir olgunun tamamen bir sanatçının eline bırakılması sakıncalı görüldü.
Warner Bros/DC Comics’in The Dark Knight üçlemesinin ardından sergilediği inişli çıkışlı tablo sonrası Marvel’ın Walt Disney eliyle ‘sinematik evren’ terimini bizlere kazandırdığı filmlerini izleyiciye sunmasıyla, çizgi roman filmleri ve süper kahramanlar popüler kültürün bir numaralı öğesi haline geldi. Birbiriyle bağlantılı filmleriyle izleyiciyi ürettiği her filmi izlemeye sevk eden Marvel’ın bu müthiş başarısı, doğal olarak başarılı veya başarısız taklitleri de beraberinde getirdi ve çizgi roman uyarlamaları sektörün yılda en az 2 film çıkardığı, ‘yeni normal’ haline dönüştü. Bu durum, yakaladığı başarı sayesinde doğal olarak kendi formülünden taviz vermeyen Marvel’ın ve bu formülün başarının tek anahtarı olduğunu düşünen diğer şirket ve stüdyoların yapımlarına da etki edince, eleştiri sesleri yükselmeye başladı (Martin Scorsese’in New York Times’a mektubu).
Robyn Beck, New York Times
Değişen Sadece Kabuk Mu?
İzleyicinin, Hollywood filmlerinin ortak noktası olan ama süper kahraman filmlerinde bambaşka bir boyuta ulaşan aksiyon ve eğlence temasına boğulmasıyla birlikte bağımsız sinemacılar, çizgi roman uyarlamalarına karşı cephe aldı. Bu noktada, kimi sinemacıya hak verdiğimi belirtmek istiyorum. Yine de bu tarz yapımlar ile kitle arasında bir arz/talep ilişkisi olduğunu da göz ardı etmememizin gerektiği bu ortamda; büyük paralarla sektörün her alanına sirayet etmeye başlayan yapımların bağımsız sinemacılar ve çeşitli kitlelerin gözünde ‘sinemanın ölümü’ anlamına geldiği oldukça açık.
Peki, oldukça iyi meyveler veren bu formülün genel olarak hala ilgi görmeye devam etmesine rağmen, kabak tadı uyandırmaya başladığını ve bunun somut etkiler doğurduğunu söyleyebilmek mümkün mü? Forbes’in Ekim 2019 tarihli haberinde kaynak gösterdiği istatistiklere göre, çizgi roman satışlarında süper kahraman temalı çizgi romanlar, %9’luk bir düşüş yaşayarak genel pazar payında %10’luk bir dilimi kaplar hale geldi. Süper kahraman temasının bu düşüşüne karşın pazardaki en büyük pay sahibi tema, çocuk çizgi romanlarını takiben manga oldu. Manganın daha farklı içerikleri temsil ettiğini varsayarsak, bu noktada akıllara şu soru geliyor: ilk dönemlerinde çizgi romana uzak tüketiciyi çizgi romanla tanıştıran süper kahraman temalı filmler, kendi formüllerini tekrar etmeye ve bu kadar sık karşımıza çıkmaya başladıkça tüketicide bir tembellik ve doymuşluk hissi yaratarak, uzun vadede çizgi roman algısına dair olumsuz etki mi oluşturmaya başladı?
Benim düşüncem bu şekilde devam edildiği müddetçe, ‘süper kahraman’ temalı çizgi romanların olumsuz çizgisinin devam edeceği yönünde. Tabii ki bu düşüşü yalnızca uyarlama filmlere bağlamak haksızlık olacaktır. Neredeyse 100 yıldır anlatılan hikayeler belirli bir noktadan sonra tekrara düşme durumuna maruz kaldı, bundan belli oranda etkilendi ve yeni metotlar ile genişleyen sektörde odak farklı noktalara kaydı. Bu etkinin sinema ayağından kurtulmak içinse izlenmesi gereken yolun oldukça basit olduğuna inanıyorum. Tüketicinin alışılmışın dışındaki, bağımsız çizgi roman eserleriyle daha sık buluşturulma zamanının geldiğini düşünüyorum. Bu durumda stüdyoların geleceğe dair endişelerini dindirdiğine inandığım Joker filmi, hakkındaki eleştiriler bir yana, yapmaya çalıştığı şey ve durduğu çizgiyle birlikte yakaladığı gişe başarısıyla, popüler sinemada kendinden sonrakilere yol gösterecek bir yer edindi. Klasik süper kahraman filmi temposundan ayrılan anlatısı ve genel yapısıyla Çin pazarına girmeden 1 milyar dolar barajını geçen film genel izleyici kitlesinin düşük bütçeli, nispeten farklı tadlara acıktığının bir kanıtı.
Bu noktada, ihtiyaç duyulan özgün materyali fazlasıyla barındıran çizgi/grafik romanlar, güçlü ve farklı hikayelerinin doğru şekilde sinemaya uyarlanışıyla iki sektörün birbirini besleyişinde çok daha güçlü bir devri başlatabilir. Hepimizin, her alanda gittikçe monotonlaşan hayatları ve zevkleri, en ufak bir farklılık barındıran içeriklerin ilgi görmesini sağlıyor. Bu durumu doğru tespit edip yeri geldiğinde risk alma cesareti gösterecek stüdyolar ve sinemacıların, özgün eserlerin değer kazanmasını sağlayacağını ve bunun herkesin çıkarına olacağını düşünüyorum.
Comments