İlk parçası 2000 yılında yayınlanan, İranlı sanatçı Marjane Satrapi‘nin oto-biyografik nitelik taşıyan Persepolis’i, okuyucusuna pek çok şey düşündüren ve aradan geçen yıllara rağmen eskimeyen bir eser olarak önemini koruyor. Animasyon filmiyle de oldukça ses getiren Persepolis, İran’da yaşanan 1979 tarihli İran Devrimi’ni, büyüyen bir genci ve toplumu odağına alarak oldukça çarpıcı bir hikaye sunuyor.
Bu etkileyici eserin başında Şah rejiminden ve uygulamalarından şikayetçi İran halkını ve küçük Marjane’in ailesini görüyoruz. Şah’ın diktatörlüğüne karşı başlayan halk hareketinin başarıya ulaşmasıyla, devletin başına Şah’a karşı kurulan kutsal ittifakın muhafazakar kanadı geçiyor. Sosyal demokrat kanat ve Marjane’in ailesi bunun bir geçiş süreci olduğu inancıyla zafer sarhoşluğuna kapılmışken işler beklediklerinden çok daha ters şekilde ilerliyor. İran’ın yeni muzafferi İslamcılar yönetimi bırakmıyor ve yıllar içerisinde, Şah rejimini aratan bir düzen tüm İran’a hakim oluyor. Bu yoğun hikayeyi genç bir kadının gözünden aktarışıyla Persepolis, gerici bir rejim değişikliğinin bireysel ve toplumsal hayata etkisini kapsamlı bir şekilde analiz etmeyi başarıyor. Kadının, özgürlüklerin gitgide arka plana itildiği yeni düzen, bu düzenin taraftarı olmayanları boğucu bir kıskaca alırken, okuyucular olarak bizler de daralan çemberin içine giriyoruz.
Persepolis (2007) – Marjane Satrapi & Vincent Paronnaud
Kendini Arayan Genç Bir Kadın
Marjane’in kendi çemberini kırma niyetiyle yurtdışına gidişinin anlatıldığı kısımlarda ortaya konan yaşam farkının derinliği hissedildikçe, Marjane için daha da fazla üzüldüğümü hissettim. Marjane Satrapi, yaşadığı süreçleri ve psikolojiyi sayfalara sembolik biçimlerle aktarırken, kendini aramak üzerine çıktığı yolculukta nelerle karşılaşacağını okuyucusuna her sayfada biraz daha merak ettiriyor. Bu meraklar gittikçe artarken, alışmaya çalıştığı yeni dünyanın özgürlüğü her ne kadar oldukça cezbedici olsa da, Marjane yaşadıklarının da etkisiyle ait olduğu yere dönme kararı alıyor ve umutlarını bitiren manzarayla karşılaşıyor. Bıraktığından çok daha kötü bir halde bulduğu İran İslam Cumhuriyeti, artık tamamen teokrasiye teslim olmuş bir yapı olarak karşılıyor Marjane’i. Buradan itibaren, tanıyamadığı fakat ait olduğu yerdeki kendini bulma mücadelesini okuduğumuz Marjane ile birlikte biz de, teokratik ve faşist düzenin karanlığında kayboluyoruz.
Anlatım boyunca karanlık, İran’la birlikte Marjane’in de ruhunu ele geçiriyor. Marjane git gide hissizleşiyor ve memleketine olan aidiyetinde büyük bir kopuş yaşıyor. Bunların sonunda ise Fransa’ya geri dönme kararı alıyor. Hikaye boyunca, Marjane’in çocukluğundan yetişkinliğe geçtiği yılları etkileyen rejim değişikliğinin izlerinin, hayatının kalanında da onunla birlikte kalıyor, silinmiyor. Eser, bu kişisel hikaye üzerinden sunduğu toplumsal değişimin yanında, Orta Doğu’nun politik çıkmazına yönelik keskin tespitler yapmaktan da geri durmuyor. Orta Doğulu aydınların Mustafa Kemal Atatürk benzeri aydınlanmacılara sahip olma isteğine ve toplumsal muhalefete dair konulara değinilmesiyle birlikte bu coğrafyada bulunan diğer ülkeler özelinde, ‘bu toplumlar Cumhuriyet devrimleri sayesinde ileri bir adım atan Türkiye’nin yaptıklarını yapabilseydi, bugün ortada nasıl bir tablo çıkardı?’ ekseninde bir düşünceye ve üzüntüye kapılıyoruz.
Marjane Satrapi’nin Persepolis’i gerici bir devrimin toplumsal, politik ve kişisel etkilerini oldukça çok yönlü bir şekilde resmeden, özellikle bu coğrafyanın insanlarını derin düşüncelere sevk edecek bir başyapıt.
Comments